Anların Mutluluğu: 2026 Müşteri Deneyimine Stratejik Bir Bakış

Müşteri deneyimi alanında çalışan pek çoğumuzun son yıllarda üzerine daha fazla düşünmesi gereken bir kavram var: Anların Mutluluğu.
Hayatımızı oluşturan mikro anlar nasıl ki ritmimizi, dengemizi ve akışımızı belirliyorsa; bir ürün ya da hizmetle kurduğumuz ilişki de aynı şekilde küçük ama kritik temasların toplamından oluşuyor. Müşteri beklentileri tam olarak bu mikro temaslarda şekilleniyor.

Bugün müşteri odaklılık konuşulurken doğal olarak müşterinin ne beklediğine bakıyoruz. Fakat artan maliyet baskısı, yükselen beklentiler ve değişen tüketici davranışları markaları yeni bir soruyla karşı karşıya bırakıyor:
“Mikro anlardaki mutluluğu nasıl sürdürülebilir hale getirebiliriz?”

Markalar artık veriye dayalı iç görüyle fiyat algısını yönetmek, ürün portföyünü optimize etmek ve süreçlerdeki sürtünmeleri azaltmak zorunda. Bu yazıda, 2026 müşteri deneyimi stratejilerini Deloitte ve Gartner’ın 2025 raporlarından, katıldığım konferanslardan ve kendi profesyonel değerlendirmelerimden hareketle üç başlıkta ele alıyorum.

1) Farklılaşma: Anların Mutluluğu

1.1 Demografik Dönüşüm ve Kapsayıcı Deneyim Tasarımı

Toplumun yapısı hızla değişiyor. Kuşaklar farklılaşan beklentiler taşıyor, nüfus yaşlanıyor, tek ebeveynli aile yapıları artıyor, engelli insanların sosyal hayata katılımı artıyor, evcil hayvanları yaşayan insanların beklentileri çeşitleniyor. Sürdürülebilirlik önemini her birimiz daha fazla hissediyor ve tüketim alışkanlıklarımız buna göre şekillenirken markalarında buna önem vermesini bekliyoruz. Bu tablo markalara net bir sorumluluk yüklüyor:
Daha kapsayıcı, erişilebilir ve bireysel değerlere duyarlı deneyimler tasarlamak.

2026 yılı tek bir senaryodan ibaret olmayacak. Çoğul senaryoları öngörmemiz gerekecek. Spekülatif tasarım bakış açısıyla birden fazla olası geleceğe hazırlanmak, deneyimi bu öngörüye göre şekillendirmek gerekiyor.

1.2 Bütüncül Kanal Yönetimi: Akış Stratejisi

Deloitte ve Gartner’ın verilerine göre müşterilerin %78’i, bir marka ile etkileşimde birden fazla kanal kullanıyor. Burada kritik nokta şu: Kanallar arttıkça hikâye bölünüyor.
Bu çoklu kanal deneyimi, müşterilerin en büyük acı noktasını beraberinde getiriyor:
“Kendimi tekrar etmek zorunda kalıyorum.” Baştan anlatmak zorunda kalmak.

Dolayısıyla oyunun yeni adı kesintisizlik. Yeni dönem kanal stratejisinden çok akış stratejisinin dönemi. Müşteri hangi kanaldan gelirse gelsin deneyim kesintiye uğramamalı, hikâye aynı bütünlükle devam etmeli. Markalar 2026 yılında kanal akışkanlığını somut adımlar ile detaylı düşünmeleri gerekiyor.  

1.3 Sadakat Kavramı Değişiyor

Aidiyet duygusunun zayıfladığı bir dönemde markalar sadakati “büyük bağlarla” değil;
küçük ama etkili anlarda inşa edecek.
Her bir tekil etkileşim müşteri ile kurulan eşsiz bir deneyime dönüşmek zorunda. Çünkü müşteri ile kurduğumuz temasın bir sonrası olmayabilir. Marka için o an değerlendirmesi gereken tek bir fırsat olabilir. Bu fırsatı çok iyi değerlendirmesi gerekir. Örneğin perakende sektörü bunun en keskin örneklerinden biri. Her temas anı, markanın elindeki belki de tek fırsat olabilir. O anı doğru yönetmek başarıyı doğrudan etkiliyor.

Sadakat anlayışı artık puan ve indirim temelli değil. Müşterinin hayatına gerçek değer katan, ona anlamlı nedenler sunan iş ortaklıkları ve ekosistemler ön plana çıkıyor.

2) Artırılmış İnsan – Artırılmış Yapay Zeka

2.1 Proaktif ve Öngörücü Deneyim

Bugünün müşterisi kendi talebini dile getirmek veya yardım talebinde bulunmak istemiyor; markanın onu anlamasını, ihtiyacını öngörmesini bekliyor. AI burada üç kritik rol oynuyor: Sorunu oluşmadan tahmin etmek, kullanıcı niyetini anlamak, doğru zamanda devreye girmek.
Deloitte’un dikkat çekici bir bulgusuna göre: Deneyimini %30 iyileştiren bir marka fiyatını %15 artırsa müşterilerin yarısı ürünü almaya devam ediyor. Hatta %20’lik fiyat artışını kabul eden önemli bir kitle var.

Bu bize 2026 yılında da çok net bir mesaj veriyor: Değer yaratan deneyim, fiyat baskısını azaltıyor.

2.2 Güven Temelli Kişiselleştirme

Güvenli veri kullanımı ve müşteri tarafından gönüllü sağlanan verilerin yönetimiyle desteklenen kişiselleştirme, markaların hem güveni koruyarak hem de her müşteriye benzersiz deneyimler sunarak yeni standart oluşturmasını sağlıyor. 

Müşteriler verisini paylaşmak istemiyor gibi görünür, ama aslında: “Eğer karşılığında gerçek bir değer alıyorsam, paylaşırım” diyor. Hiper kişiselleştirme—ama güven temelli. Veriyi yönetmenin yolu şeffaflık ve kontrolü müşteriye vermekten geçiyor

2.3 Ajan Tabanlı Yapay Zeka ve Hibrit Hizmet Modeli

2026 yılında da insan desteği, müşteri hizmetlerinde vazgeçilmez olmaya devam ediyor. AI ajanları hız ve verimlilik sağlarken, karmaşık anlarda insana sorunsuz devrederek empati ve güveni koruyan hibrit müşteri deneyiminin temel yapı taşı haline geliyor. Hibrit modelde: AI hız ve verimlilik sağlıyor, İnsan empati ve güven yaratıyor. Müşteri için ideal çözüm tam da bu denge.
Ajan tabanlı teknolojiler, süreci daha sezgisel, sürükleyici ve akıllı bir yapıya dönüştürerek müşteri deneyimini güçlendirecek.

3) Deneyim Odaklı Dönüşüm: CX’in Büyüme Motoru Olması

3.1 Müşteri Deneyiminin Stratejik Yatırım Alanına Dönüşümü

Müşteri Deneyimi artık bir maliyet merkezi olarak değil, sadakatten gelire ve müşteri yaşam boyu değerinde büyümeye uzanan, iş sonuçlarını Müşteri doğrudan etkileyen stratejik bir yatırım alanı olarak konumlanıyor. Bugün şirketlerde sık sorulan soru: “Müşteri Deneyimi gerçekten gelir yaratıyor mu?” Cevap çok net: Evet.

Müşteri Deneyimi: Sadakati artırıyor, tekrar satın almayı güçlendiriyor, müşteri yaşam boyu değerini (LTV) yükseltiyor, churn azaltıyor ve operasyonel maliyetleri düşürüyor. Yani müşteri deneyimi artık bir maliyet merkezi değil; doğrudan P&L’e etki eden bir yatırım. Bu gerçekliğin daha fazla marka ve marka yöneticisi tarafından kabul edilmesini bekliyoruz. 2026 yılında müşteri deneyimine yatırımların geri dönüşü (ROI) izlenen ve iş sonuçlarına doğrudan bağlanan stratejik bir öncelik haline geliyor.

3.2 Kurum İçi Sahiplenme

Müşteri Deneyimi yalnızca bir departmanın görevi olarak görülmesi yeterli değil. Gerçek başarı, tüm organizasyonun müşteri deneyimini bir bilinç olarak benimsemesiyle mümkün. Geleceğin başarılı organizasyonları, müşteri deneyimini bir “bölüm” değil, bir bilinç hali olarak içselleştiren yapılar olacaktır, olmalıdır.

Müşteri deneyimi ekipleri organizmanın hızlandırıcısı, motorun ateşleyici olabilir. Müşteri deneyimi ayrı bir başlık olmaktan çıkıp, şirketin kolektif zekâsı haline dönüşecektir.

3.3 Mikro KPI’lar ve Yolculuk Bazlı Ölçümleme

Mevcut metrikleirmizin geçerliliğğni sorgulamamız gerekiyor. Müşteri Deneyimi artık tek bir geleneksel skorla (CSAT, NPS gibi) ölçümlenmiyor; müşteri yolculuğunun tüm kritik adımlarında mikro performans ölçütleri (KPI) ile izlenerek acı noktalar ve “wow” anları ortaya çıkarılıyor; sürekli iyileştirme ve takip sağlanıyor. Yeni dönem: yolculuk bazlı mikro KPI’lar, adım adım performans ölçümü, wow anlarının ve acı noktalarının gerçek zamanlı yakalanması gerekiyor.

Bu nedenle sadece NPS ve CSAT gibi geleneksel metriklerle yetinmek mümkün değil. Müşterinin “başarma mutluluğu” ve “süreci tamamlama tatmini” gibi an bazlı göstergeler giderek daha önemli hale geliyor. Her etkileşim markanın elindeki tek fırsat olabilir.

Markaların kendine sorması gereken kritik soru:
“Bugünün ihtiyacını mı karşılıyorum, yoksa yarının beklentisini mi hazırlıyorum?”

Deneyimin Geleceği

Belki de müşteri deneyimi profesyonelleri olarak bizler uzun süredir müşteri deneyimini biraz fazla romantik bir yerden mi anlattık. Kalplere dokunan unutulmaz anlar sağlayan bir hoşluk diye mi tanımlamış olabilir miyiz?
Oysa artık müşteri deneyiminin şirket büyümesinde kritik bir motor, güçlü bir katalizör olduğunu daha net ifade etmemiz gerekiyor.

Önümüzdeki dönemde:

  • Farklılaşma, anların mutluluğunda,
  • Verimlilik, artırılmış insan ve yapay zekâ dengesinde,
  • Büyüme, deneyim odaklı dönüşümde şekillenecek.

Faydalanılan Kaynaklar: 

Deloitte – 2025 Retail Industry Outlook, Deloitte – Tech Trends 2025, Deloitte – Consumer Trend Radar, Deloitte – The Future of Consumer Industry,

Deloitte – Contact Center Agent Experience & AI Agents,

Gartner – How to Get Started with Adaptive Experience for CX

Konumlandırsak mı, Konumlandırmasak mı?

İnsan bütün çocuklarına aynı ismi koyar mı?

Biraz geç okuma fırsatı bulmuş olsam da 21. Yüzyılda Konumlandırma kitabını henüz bitirdim. (Al Ries, Laura Ries, Simon Zhang, Meltem Heper)

Kitap, konumlandırma üzerine çok değerli bilgiler ve çarpıcı gerçek örnekler sunuyor. Lider markaların aynı marka ile kategori genişletmeye çalışması yerine yeni bir marka ile hakim olacağı yeni bir kategori oluşturmasını tavsiye ediyor. Enerji içeceğinde Red Bull, akıllı telefonlarda iPhone ve elektrikli araçlardan Tesla örneklerinin başarısını paylaşıyor. Unilever ve P&G gibi şirketlerinin neden farklı “markaları” olduğunu nasıl konumlandırmadığını çok anlaşılır bir dille aktarıyor. Diğer örnekler için lütfen kitabı okuyunuz.

Pazarlama bir savaştır, rekabetle savaş.

Aynı ürün ve hizmetleri daha iyi olma iddiasıyla sunarak rekabette kazanamaz müşterilerinizin zihinde yer edinemezsiniz. Zihinde kazanmak için farklı olmak, rakip odaklı olmanın önemi kitapta detaylı olarak aktarılıyor.

Buraya kadar keyifle okurken öyle bir noktaya geldim ki “Rekabeti göz ardı etmeyin müşterinin istek ve ihtiyaçlarına odaklanmayın” dediği satırları okudum. “Konumlandırma yaparken müşteri beklentilerini ikinci plana atın, hatta hiç göz önünde bile bulundurmayın.” satırları takip etti. Üstelik bu yaklaşım kitap boyunca defalarca vurgulanıyor.

Bu ifadeyi ilk okuduğumda oldukça şaşırdım ve zihnimde sürekli şu soru döndü:

“Gerçekten de böyle mi olmalı?” Çünkü benim için konumlandırma, yalnızca markanın zihinde kapladığı alanı değil, aynı zamanda müşteriye verilen bir vaadi temsil ediyor. Ve bir vaadin arkasını doldurabilmek tamamen müşteri deneyimi ile mümkün. Tecrübelerimden edindiğim bilgi; deneyimdeki tutarlılık ve sürdürülebilirlik varsa konumlandırmanın kendi kendine güçleneceği yönündedir.

Konumlandırmayı müşteri deneyimi tasarımının ayrılmaz bir parçası olarak görürken, kitapta bahsedilen bu kadar keskin bir “müşteriyi düşünme, beklentiyi hesaba katma” yaklaşımı bana oldukça çarpıcı geldi. Dijitalleşmenin, şeffaflığın ve sürekli karşılaştırmalı deneyimlerin olduğu bir dönemde markayı hatırlanır kılan şey yalnızca iletişimde yer almak ya da zihinde bir pozisyon kapmak değil müşterisine değer katabilmek olmalıdır.

Zihinde yer edinmek! Nasıl?

Günümüz müşterisi için konumlandırma; Hayatını kolaylaştırıyor mu? Bir değer yaratıyor mu? Verdiği sözleri deneyimde gerçekten karşılıyor mu? Deneyimde sürekliliği var mı? Müşteri o markayla temas ettiğinde örneğin dijital kanallarında alışveriş yaparken uygulamanın hızı, işlemini kolaylıkla keyif alarak tamamlayabilmesi, aldığı ürünü nasıl iade edeceğini bulabilmesi, tutarlı ve güvenilir bilgiye kolaylıkla ulaşmasıdır. Müşteri zorlanmazsa ve belirsizlik içinde kalmazsa markanın zihindeki konumu güçlenmez mi? Bu güçlenme seviyesi alışveriş sıklığı, harcama miktarı, son harcama zamanı, sepet çeşitliliği ve tavsiye skorları ile çok rahat ölçülmez mi?

Konumlandırmayı test eden şey sadece reklam değil; müşterinin deneyim anındaki gerçekliğidir. İletişimin başarısı etkileşim anındaki deneyimin başarısı ile perçinlenir.

Kısacası, müşterinin hayatına dokunmayan, beklentilerine uymayan ve deneyimde karşılık bulmayan konumlandırmanın uzun ömürlü olamayacağını düşünüyorum. Konumlandırmanın deneyimle ispatlanan bir marka vaadi olduğunu yani konumlandırmanın bir iletişim stratejisi değil, uçtan uca müşteri deneyimiyle desteklenen bir marka vaadi bütünü olduğunu düşünüyorum.

Sorum çok basit: Vaadinizi tüm temas noktalarında güvenle taşıyan bir marka mısınız?

Gelecek Geldiğinde Kapıya 3 Kere Vur.

Zeki Müren de Bizi Görecek mi?

İzleyenler bilir “Vizontele” filminde bir sahne vardır: Televizyon ilk kez kasabaya gelir. Kaymakam halka bu yeniliği anlatırken, kasabalıdan biri sorar:
“Televizyon izlerken Zeki Müren de bizi görecek mi?”

Gelecekte bir gün gelecek, tıpkı geçmişte defalarca geldiği gibi. O ilk ateş yakıldığında, o tekerlek ilk döndüğünde, o ampül ilk yandığında, ilk fotoğraf karesi çekildiğinde, bir insan sesi radyodan duyulduğunda ya da ilk televizyon yayını başladığında ve o matbaa ki – öğrenmeye hız, bilgiye yön, düşünceye ses kazandıran o matbaa- ilk çalıştığında, aslında her biri kendi zamanında büyük bir yenilik olan bu devrimler sayesinde o günler içinde gelecek gelmiş ve insanlık yepyeni bir çağa adım atmıştı.
Sonra ne oldu? Her şey normalleşti ve hayatın doğal akışı içinde bu devrimler, aslında hiç de şaşırmadığımız sıradanlıkla görevlerini icra etmeye devam ediyorlar.

Şimdi yine gelecekle karşı karşıyayız.
Bu süreci daha iyi anlamak isteyenlere, şu sıralar okumaya başladığım Mustafa Suleyman’ın “Yaklaşan Dalga” kitabını tavsiye ederim. Kitap, bugünün ve yakın geleceğin teknolojik dönüşümünü anlaşılır biçimde ortaya koyuyor. İçinden geçtiğimiz dönemin dalga gibi yükseldiğini ve bu dalganın yalnızca işleri değil, yaşam biçimlerimizi, ahlaki değerlerimizi ve politik sistemlerimizi bile yeniden şekillendireceğini savunuyor.

Spekülatif Tasarım: Geleceği Çoğaltmak

Son zamanlarda ilgimi çeken konulardan biri de spekülatif tasarım.
Bu yaklaşım, geleceği yalnızca tek bir çizgide düşünmek yerine; olası, muhtemel, olanaklı ve tercih edilen gibi farklı senaryolarla ele almayı öneriyor. Spekülatif tasarım; olası değil, olasılıkları düşünür. Tek bir senaryo üretmez, çoğul senaryolar hayal eder. Korku yaratmak yerine farkındalık, kesinlik yerine merak uyandırır.

Geleceğe doğru ufka baktığımızda, bize doğru yaklaşan veya bizim ona doğru yaklaştığımız (kim daha hızlı giderse ilk o ulaşacaktır) olası gelecek, muhtemel gelecek, olanaklı gelecek ve tercih edilen gelecekler gibi alternatifler görebiliriz. Yani aslında, tek bir gelecek yok.
Çok sayıda alternatif gelecek var. Ve bu geleceklerden hangisine veya hangilerine ulaşmak istiyorsak, tasarımlarımızı, planlarımızı, aksiyonlarımızı bugünden ona göre şekillendirmemiz gerekiyor.

Spekülatif tasarımda ilgimi çeken şey; insanı “manipüle” eden değil, “speküle” ettiren bir disiplin olması. Beyni alışıldık düşünme biçimlerinin dışına çıkarıyor; farklı bakış açıları geliştirmemizi teşvik ettiği için ilgimi çekiyor. Değişen yaşam biçimleri, ekonomik şartlar, teknoloji, kültür, alışkanlıklar ve birçok etken ile birlikte geleceğin bugünden farklı olacağı kesin. İş dünyasının daha çevik ve belirsizliklere hazırlıklı olması, eğitim sistemlerinin yeni becerilere göre evrilmesi, toplum, etik ve insanlık değerlerini yeniden tartışılması için spekülatif tasarım sadece tasarımcıların değil; her bireyin, özellikle karar alıcıların, yöneticilerin, liderlerin radarında olmalı.

Spekülatif tasarım aslında geleceği belirginleştirmek için değil; farklı senaryolarla dayanıklılık kazanmak, geleceği çoğulcu ve açık uçlu tasarlamak, sistematik düşünmeyi teşvik etmek ve net cevaplar yerine anlamlı sorular üreterek bir öngörümüzün olmasını amaçlar diyebiliriz. Bu çerçevede spekülatif tasarım; aile yaşantılarımıza, ilişkilerimize, iş hayatımıza, seyahat alışkanlıklarımıza, sağlığa, spora, alışverişe yani hayatın her alanına dokunabilir.

Gelecek için Soru Sor

Gelecek bir yerlerde bizi beklemiyor. Biz ona doğru yürüyoruz. Belki de o bize doğru geliyor.
Kim daha hızlıysa, önce o ulaşacak.

Geleceği kontrol edemeyiz. Ama ona hazırlanabiliriz. Bu yüzden spekülatif tasarım bugün için lüks değil, ihtiyaç. Bunu da en iyi; doğru soruları sorarak, farklı senaryoları düşünerek, alışılmış kalıpların dışına çıkarak yapabiliriz.

Peki Müşteri Deneyimi profesyonelleri bu değişimden nasıl etkilenecek? Perakende, turizm, sağlık ve diğer sektörlerde olası alternatif değişiklikler neler olabilir? Spekülatif tasarım, “gelecek ne olacak?” sorusunun yerine şu soruyu koyar:

“Nasıl bir gelecek istiyoruz ve ona ulaşmak için bugün ne yapmalıyız?”

Uzaya Füze Fırlatmıyoruz!

Kendi profesyonel varlığımı, yılların birikimini ve müşteri deneyimi alanındaki uzmanlığımı dürüstçe sorgulayarak söylemek istiyorum ki gerçekten firmaların içinde bir müşteri deneyimi ekibine ihtiyaç var mı?

Çünkü ister ürün ister hizmet olsun, müşteri odaklı düşünme biçimi tüm kurumların, her çalışanın zihninde yer alması gereken temel bir yetkinliktir. Geleceğin başarılı organizasyonları, müşteri deneyimini bir “bölüm” değil, bir bilinç hali olarak içselleştiren yapılar olacaktır, olmalıdır. Müşteri deneyimi ekipleri organizmanın hızlandırıcısı, motorun ateşleyici olabilir.

Bireylerin işlerine, ekiplerin stratejilerine ve kurumların kararlarına nüfuz eden müşteri merkezlilik anlayışı, sadece müşteri memnuniyetini değil, aynı zamanda çalışan mutluluğunu, toplumsal itibarı ve sürdürülebilir büyümeyi de beraberinde getireceğine inanıyorum. İşte o zaman, müşteri deneyimi ayrı bir başlık olmaktan çıkıp, şirketin kolektif zekâsı haline dönüşecektir.

Önce kültür… Firmaların müşteri deneyimi ile birlikte çalışan deneyiminin de stratejik bir öncelik olduğunu kavraması gerekiyor. Müşterisine yaptığı yatırım kadar çalışanına da yatırım yapan kurumlar, içeriden dışarıya yayılan bir deneyim bütünlüğü oluşturarak gerçek anlamda sürdürülebilir başarıyı yakalayacaktır.

Hiçbir çalışanın sabah işe giderken “Bugün müşterilere zorluk çıkaracağım, işleri daha karmaşık hale getireceğim” diye düşündüğüne inanmıyorum. Aynı şekilde, hiçbir yöneticinin “Bugün ekip arkadaşlarımın motivasyonunu düşüreyim” niyetiyle güne başladığını da düşünmek istemiyorum. Hepimizin amacı, hem müşterilerimiz hem de birlikte çalıştığımız insanlar için daha iyi bir gün inşa etmek olduğu taraftan hayata bakıyorum. Her zaman ve her daim sağlam temelli bir kurum kültürü oluşturmak adanmış çalışanlar ile yolda yürümemizi sağlayacaktır.

Yıllardır bu alanda çalışan biri olarak şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim:

Gelecek, insan merkezli düşünen, insan gibi hisseden, insan gibi davranan organizasyonların olacak. Her şeyin otomatikleştirilebildiği bir çağda, fark yaratanlar: insan dokunuşudur, empatidir, sezgidir, bağ kurabilmedir ve anlam yaratabilmedir. Bunlar yalnızca insanın insana armağanıdır.

Müşteri Deneyimi ekipleri olarak uzaya füze fırlatmıyoruz… ama belki de daha büyük bir şeyi hedefliyoruz: Kalplere dokunmayı, zihinleri dönüştürmeyi, daha insani bir gelecek inşa etmeyi, bağ kurarak süreklilik sağlamayı ve tabii ki gelir artışına katkı sunmayı.

Hikaye Anlatıcılığı

Eğitmen ve profesyonel koç Gözde Sodacı ile birlikte “hikayeleştirme kavramının kıyılarında dolaşmak için yola çıktık.

O kadar ki kaf dağını aşmak için yukarı çıktık. Dağın arkasındaki yedi gözlü deve de selam verdik, iş hayatının o stresli rekabetçi ortamında var olabilmek için kor kor yanan ateşin de etrafında dolaştık, kendimize has hayatlarımızın sokaklarında da gezindik.

Kendimizi ve hikayelerimizi daha güzel nasıl anlatabileceğimize kafa yorduk.

Peki, biz bunu neden yaptık?

Çünkü başımıza gelen en basit bir konuyu bile anlatırken, birine bir konu hakkında fikir verirken, öneri paylaşmak isterken aslında biz hikaye anlatıcılığını her gün kullanıyoruz.

Bu süreçte aslında yaptığımız şey duyguyu geçirmek istememiz. Çünkü duyguyu geçirdiğimiz her anlatım amacına ulaşan bir iletişime dönüşüyor.

Abdulkadir Ercan Demirtaş Customer Experience 1

Anlatamıyoruz!

Gözdeciğim seni bu konuya çeken güç neydi diye sorduğumda gözleri parlayarak hemen cevapladı. Çünkü güzel güzel anlatamıyoruz. Aslında güzel güzel değil hiçbir şeyi anlatamıyoruz.”

Aynen”, “tamam” ,”öyleyse öyle olsun” özne yüklem uyumsuzluğu içeren yarım yarım cümleler kurarak karşımızdakilere kendimizi dinletemeden, belirli bir akışı izlemeden sürekli tekrarlayarak konuşmaya çalışıyoruz.

Amerika da yapılan bir araştırmaya göre perakende sektörü çalışanları uzun süre whatsup da yazışmaları sonucu ifade yeteneklerinin olumsuz yönde etkilediğini ve tam cümle kuramadıklarının gözlemlenmiş olduğunu biliyor muydunuz?

Merak sen nelere kadirsin!

“Peki, şu duyguyu geçirme olayını konuşalım istiyorum. Anlatıcı kendi anlatım şekli ile anlatırken karşımızdakini nasıl etkiliyor? Duyguyu nasıl geçiriyor?” diye kurnaz bir soru sordum.

Hepimizin kendimizi ifade ederken kullandığımız kelimeler, duygu ifade etme şekillerimiz vardır. Her şey merak uyandırmakla ilgili. İnsanların ortaklaştırdığı en önemli duygulardan biridir merak.

Günlük hayat akışımız içinde başımıza Kaf dağının arkasındaki yedi gözlü dev ile yaşadığımız olaylar gelmeyebilir ama günlük hayatının içinden başımıza gelen sıradan olayların bile bize has bir biçimde anlatabilmemiz, bunu kendimize has bir şekilde duygularımızı karşımıza geçilerek anlatabilmeyi başarıyor olmamız daha dikkatli dinlenmemizi sağlar. Dinlemek aslında birçok iletişim kazasının önüne geçer, kişiyi amacına ulaştırır, zaman kazandırır.

Abdulkadir Ercan Demirtas Koç 10“Peki, benim anlatım şeklin karşımdakini nasıl etkileyebilir? Karşımızdaki kişilerin algılama şekli ve beklentileri farklılık gösteriyorsa bu iş nasıl olacak?”

“Dediğim gibi her şey merak uyandırmakla ilgili. İki kişi konuşur ne konuşuyorlar diye merak ederiz. İyi bir hikaye de kahramana ne olacağını merak ederiz. Kötü karakter cezalandırılacak mı yoksa yaptığını yanına kar mı kalacak merak ederiz. Aslında kahramanın dönüşümünü sürecini merak ederiz. Örneğin Instagramın popüler olma nedenlerinden biri de aslında bir şekilde merak olgusunu beslemesi olduğunu söyleyebiliriz. İnsanlar ne yapıyor, nereye gidiyor, nasıl yaşıyor? Aynı şekilde bizde insanların merak duygularını doyuruyoruz.”

Hikayeler ortaklıklar yaratıyor ama bir hikayeden herkes aynı şeyi almıyor.  Bir hikaye paylaştığımızda farklı farklı duygularla farklı ilhamlar yaratmanın peşindeyiz. Aslında ortak bir duygu yaratmak istiyorsak odaklanmak istediğimiz duyguya göre hikayemizi oluşturmalıyız.

Bir Kızılderili Atasözü der ki; “ Bana bir bilgi söyle öğreneyim, bana bir gerçek söyle inanayım, bana bir hikaye anlat sonsuza kadar hatırlayayım.”

İşe aldıran hikayeler?

open book on concrete background

Konu git gide keyifleniyor kelimeler, cümleler ardı ardına dökülüyordu. Ama bu röportajı çerçevelememiş gerektiği için hemen soru verdim. “Peki, biz hikaye anlatıcılığını iş mülakatlarında kullanabilir miyiz?”

Gözde sanki bu soruyu sormamı bekliyormuş gibi direksiyonun yönünü anında insan kaynakları tabelasına doğru çevirdi ve başladı anlatmaya.

Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

İş görüşmelerinde çok temelde iki konu sorgulanıyor Teknik yeterliliğimiz ve motivasyonumuz.

Esas farklılaşma noktamız ilham ve motivasyonu aktarabilmek. Aslında insanlar hikayelerimizi anlamak için sorular soruluyor.

Başınıza bir şey geldiğinizde nasıl davrandınız? Burada önemli olan doğru hikayeyi seçip, görüşmeyi yapan kişi ve kurumla ilişkilendirip anlatabilmektir. Hikaye anlatıcılığını aslında karşımızdaki kişi veya kişilerden kendimize doğru tasarlarsak vermek istediğimiz mesaj ve duygu çok daha rahat geçecektir.

  • Karşımızdaki hedef kitle kim? Ne görmek istiyor? Önce onları anlamaya çalış.
  • Şu anki duygu durumları ne? Şu anda nasıl bir zihin yapısında olabilirler.
  • Ortaklıklarımız var mı? Hangi ortak noktalarımız olabilir. Onları nasıl hikayenin içine çekebilirim.
  • Kendi değerleri ve güçlü yönlerimiz neler
  • Sabotajcılarımız kimler? İçerden mi yoksa dışarıdan mı geliyor bu sabotajcı?
  • Nasıl bir dönüşüm yaratmak istiyorum? Ders çıkarmalarını istiyor muyum? Ben tam olarak neyi vermek istiyorum.

 İş mülakatında sınırlı zamanda bunları nasıl yapacağız?

Karşımızdaki kişinin bu hikayeyi duymakla neye varmak istiyor. İhtiyacı ne? İnsan kaynakları sonuçla aslında çok fazla ilgilenmiyorlar. O süreci nasıl analiz ettiğimizle nasıl ele aldığımızla ilgileniyorlar. Ne oldu? Sen ne yaptın? Dönüşüm nasıl gerçekleşti?

İşte burada tam burada o meşhur STAR modeli devreye giriyor. Temelde şu adımları izleyerek aktarmak ve bununla birlikte duyguları geçirmek kendimizi çok daha net ifade etmemizi sağlayacaktır. Durum neydi? Ne gibi bir görev aldın? Hangi aksiyonları belirledin? Nasıl bir dönüşüm oldu? Neler kazandık veya kazanamadık? Neler öğrendik?

Biz başarı hikayeleri anlatmayı seviyoruz oysa bazen çözülemeyen problemi anlatabilmek oradaki keşiflerimizi öğrendiklerimizi paylaşmak, paylaşabilmek esas kritik nokta.

Mülakat boyunca Iron Man gibi gözükmek zorunda değiliz. Açıklarımızı yamamaya çalışmamız gerekmiyor. Çünkü tüm kahramanlarında zayıf yanları vardır. Korkularımızdan, hoşlanmadıklarımızı söylemekten çekiniyoruz. Eğer zayıf yanlarımızı da ortaya koymazsak bu gerçekçi görünmez. Çatışmayı hikayelerimizin içinde vermeliyiz. Giderken dönmeleri, koşarken durmaları, oraya varmak için yola çıkmışken varamamayı veya başka rotaya sapmış olmayı anlatarak başlamak dinleyicileri bir anda bize doğru çekmemizi sağlar. Mülakatlarda başarısızlıklarımızdan aldığımız derslerimizde hikayelerimizi de paylaşmalıyız. Gerçekleri duymaya ihtiyacımız var. Dalgalanmaları, çuvallamaları buradan adlığımız dersleri duymak istiyor mülakata katılanlar. İşte o zaman gerçek bir insandan bahsetmiş oluyoruz.

Birde hangi sahnedeyiz etrafımızda hangi öğeler, başka hangi oyuncular var aynı sahnede ve onlar neler yapıyor. Aynen tiyatro sahnesindeki gibi karşılıklı bir etkileşimdir hikaye anlatıcılığı. Hem aynı sahnedeki oyuncularla bir uyum yakalarsın hem de yarattığın duygu ile seyirciyi kapar, seninle beraber peşinden süreklersin.

Seyirciniz bol olsun…

Gözdeciğim, ağzına, yüreğine, diline sağlık…

20 yıl sonraki sen…

abdulkadir Ercan Demirtaş Koç 8

Çocukluk hayalinizi hatırlıyor musunuz?” Nasıl biriydi olmak istediğiniz kişi? Bugünü nasıl görüyordunuz? O günkü duygularınızı hatırlıyor musunuz?

Umut dolu mu?

Nasıl yapacağınıza dahil bir fikriniz, stratejiniz var mıydı? Sadece istiyordunuz belki de niye istediğinizi bile bilmeden istiyordunuz. Oysa şimdi birçok insanın hayalde olsa bir isteği bile olmadığını görüyoruz. Amaçsızlık kaplamız her yeri…

“Peki bundan 20 yıl sonra kendinizi nasıl görüyorsunuz? Gördüğünüz kişi ne yapıyor? Fiziksel olarak nasıl? Nasıl giyiniyor? Nasıl davranıyor? Nerede yaşıyor? Nasıl bir ortam? Çalışıyor mu nerede çalışıyor?

Şimdi şunu sorun kendinize; “ 20 yıl sonraki siz, size bir öğüt verse ne derdi?

Yazın bunları ve üzerine düşünün. Size kılavuz olacak bilgileri verecek ve aslında bu bilgileri size sağlayacak yine sizin bizzat kendinizin olduğunu göreceksiniz.

Kim demiş ki vizyon kurumların iş performanslarını arttırmak için takip edilir. Asıl hayat performansımızı arttırmak için her bir bireyin kişisel vizyonu olmalıdır.

Kişisel vizyonumuz bizim aslında şu anda yaptığımız işlere, sorumluluklarımızla, tercihlerimize olan ilişkimizin gücünü belirleyen en önemli etkendir. Önceliklerimizi vizyonumuz belirlerken karşılaştığımız zorlukları yine vizyonumuza olan inancımız sayesinde aşarız. İnancımızı kuvvetlendirecek yine aslında kendimiziz. “Bırak” ile “Bırakma. Devam et” arasında git-gel yaşayan iç sesimiz.

Vizyonumuzu ne kadar kuvvetli tasvir edersek, detaylarına ne kadar hakim olursak 20 yıl sonraki kendimizin bize verdiği öğütlere ne kadar sahip çıkarsak.

“Bırakma. Devam Et” kazanır…

Mutluluğun Gücü Adına, Güç Bizde Artık

Mutluluğun Gücü Adına, Güç Bizde Artık…” Kurumsal Dünyanın Beyaz Yakalıları

“Mutlu olmak istiyorum.” Söylemesi basit, anlaşılması kolay olmakla beraber yakaları sararmaya başlamış beyaz yakalılar bu kavramı hayata geçirmeye artık zorlandıkları için gömleklerini değiştirme kararı verebiliyorlar.

O yüzden şimdi yaslanın, rahatlayın, arkanıza yaslanın ve yavaşlayın…

Abdulkadir Ercan Demirtaş Koç 3Mutluluğu nihai amaç haline getiren kurumsal hayatın bireyleri ileride gelecek o muhteşem günü beklemekle geçiriyor ömürlerini. Bir gün gelecek ve her şey mükemmel olacak. Özellikle elde edilecek bir başarı veya terfi ile tam da o andan itibaren tüm mutluluğun kendileri ile olacağını düşünen, sorunların sona ereceğine inanan nice çalışanlar var.

Sürekli mutluluğu aramak, mutluluğa odaklanmak,  ne kadar mutlu olduğumuzu gözlemektense, hayat içinde yaşadığımız anın tadını çıkararak, kendi seçimlerimiz sonucu yaptığımız yaşam tarzı değişiklikleriyle, aldığımız kararlar ve ardından attığımız doğru adımlarla mutlu olmak mümkün.* Yani mutluluk bir sonuç değil, yolun sonundaki hedef hiç değil; sürecin tamamında bulunduğunu fark etmemiz gerekiyor.

Kurduğumuz sağlıklı ilişkiler, çevremizden aldığımız destek, başkalarına yardım etmek, sahip olduklarımız için minnet duymak, bunları yazmak, kişisel zenginliklerimiz yaşamımıza katıp onları çeşitli şekillerde kullanmak, duygularımızı bize ve çevremize en faydalı olacak şekilde düzenlemek, psikolojik ihtiyaçlarımızı karşılamak, umut ve iyimserlik gibi pek çok şey mutluluğumuza katkıda bulunuyor*.

Bu yüzden bir şeyleri beklemek değil, “yapmak” gerekiyor; yeni anlayışlar ve kazanımlar aramak, yeni bilgi peşinde koşmak, yeni insanlar ile tanışmak, yeni hedefler bulmak gibi. Ama “yapmadan” önce de “olmak” gerekiyor. Olmak sonsuz bir yolculuktur.

İş hayatın tehlikelerinden biri de kendimizi meslekler üzerinden tanımlamaktır. Yani sahip olduklarımız üzerinden kendimizi tanımlıyoruz. Oysaki  “Biz kimiz?” Değerlerimiz, inançlarımız, duygulularımız, dürtülerimiz neler?

Mesleklerin rollere dönüşmesi bizleri bu rolün bir parçası gibi hissetmeye zorluyor. Gerçekte olduğumuz kişiden uzaklaşıyoruz. Oysaki “olmak” tüm bunların dışında kendi varoluşumuz ve bütünlüğümüzü sağlayan kendi potansiyelimize ulaşmamızı sağlayan bir süreçtir.

Kariyer yolculuğumuzu, kendi varoluşumuzun üzerinde inşa edersek önce durulup kendimize dönersek, anlarsak içimizdeki bizi; içimizdeki bizin amaçlarını uygun adımlar atarsak önce olma yolculuğuna çıkarız. Bu yolculuk bizim yaptıklarımızı etkiler, davranışlarımızı, hareketlerimizi, kararlarımızı…

Tüm bunların sonucu aslında bize sahip olduklarımızı getirir. Arzu edilen eğer başarılı bir kariyerse zaten bu yolculukta bunu elde edersiniz. O yüzden kişinin kariyerine yapacağı en değerli yatırım önce kendi varoluşunun üzerine yaptığı yatırımdır. Kendi hayat amacını belirlemesidir.

 “Kendine inancı olan kimse başkalarını ikna etmeye çalışmaz. Kendini bilen kimse başkalarının onayına ihtiyaç duymaz. Bir kimse kendini benimsediğinde, tüm dünya onu olduğu gibi kabul eder.” Lao Tzu

“Güç Bizde Artık”
Abdulkadir Ercan Demirtaş
İstanbul, 2018

*Mutluluk 2.0 Doç. Dr. Selda Koydemir & Dr. Gökce Bulgan

 

 

“Benchmark” vs ” Cheating”

Abdulkadir Ercan Demirtaş Future Jobs

 

Herkes yaptığı işte ne kadar farklılaştığını, rakiplerinin nereye gittiğini, kendisinin nerede kaldığını mı merak ediyor? Yoksa benchmark yapmak istemenin arkasında farklı nedenler mi var?

 

Yöneticilik koçluğu aldığım  dönemde  aslında kopyalamanın bir diğer deyişle esinlenmenin o kadar kötü bir şey olmadığını bilakis ilham kaynağı açısından faydalı olduğunu duymuştum. Sonrasında bu söylemin farklı ortamlarda farklı kişilerden de duydukça  daha önce denenmiş, başarılı olmuş uygulamaların firmanıza uygun olacak şekilde yeniden uyarlanması adına kopyalamada diyebiliriz  aslında o kadar da kötü olmadığına kendimi inandırdım.

Katıldığım müşteri deneyimi konferanslarından aldığım notları ilham vermesi amacıyla sizinle paylaşmak istedim. İlham periniz hep yanınızda olsun…

Benchmark